Edirne – Niyazi Akıncıoğlu

Edirne Bir yerde görürsen ki;
Ağır ve edalı akar dal dal söğütleri öperek
Samur üç belik gibi üç koldan sular;
Müjdeler olsun efendim:
Edirne’desin.

Mevsim, fasl-ı bahardır;
Gecedir ve mehtap vardır.
Ve sen bir kavs-ı kuzahta yürür gibi
Köprüler’desin.

Şataraban makamından bir şarkı dudaklarında
Düşünür, çözemezsin:
Bu naz-ı istiğna, bu âvâz neden;
Neden yarı eğilmiş suya dallar?
Öyle fermân etmiş eden kimseler bilmez.
“Gönül bir top ibrişim sarılırsa çözülmez”

Burda her şey bakınır hüsnüne hayran
Seyreyler cemâlini eğilmiş suya
Mermer ihtişamında serhadd-i vatan.
Aşina bir çehre sezer belki diye
Devr-i saltanatından Edirne;
Bir deste alev güldür, mahzun,
Yâr elinden düşürülmüş şimdi suda
Ve sular;
Şimşir kelâmı dilinde
Destan okur- okur akar.
Ve bihaber Yıldırım’da, bir evcikte
-Akan sudan, uçan kuştan-
Yeşil dut yaprağında ak bir ipekböceği,
Kozasını dokur dokur ölür.

Uyanır veda etmiş gibi artık uykuya,
Konuşan bir dil olur çiler uzakta;
Bülbül sesi yağmur gibi
Bülbül Adası’nda.

Kanadı gümüşlü kuşlar geçer
İki şâk bölüp mehtâbı;
Kıyık’tan uçurulmuş.
Salınır bahçeler içre kızlar ki:
Nazardan kaçırılmış.
Ağzında kan kırmızı bir can eriği,
Mehtapla beraber düşmüş gibi arza;
Kızlar ki güzel, dört başı mâmur ve murassa.
Sevdaya tutulmak bile mümkün yeni baştan
Söylemek kolay olsa eski türkümü:
“Edirne köprüsü taştan
Sen çıkardın beni baştan.”

Sosyal Medyada Paylaş :