Azmin Zaferi – Şaban Gürtuna

İlkokulu yeni bitirdiğim yıllardı. Çocukluğumun saf mutluluğuyla, her ne kadar içimde bir merak olsa da, annemin isteği üzerine kış aylarında Kur’an kursuna yazılmıştım. O yıllarda annemin gözlerindeki gurur ışığını görmek benim için her şeyden kıymetliydi. İki yıl boyunca Kur’an okumayı, namaz kıldırmayı – kıldırmayı  ve kamet getirmeyi öğrendim. Kur’anı hatim bile yapmıştım. Annem, her fırsatta bu başarımla övünür, gözyaşları içinde dua ederdi. Ama hayatın başka bir yüzü daha vardı: yaz aylarında babamın çiftçilik işlerine yardım etmek zorundaydım.
Küçücük yaşımda yüküm ağırdı. Çift sürmek, hayvan otlatmak, dağdan kışlık odun kesip kağnıyla eve taşımak, tütün dikmek, çapalamak, tütün kırıp dizmek, buğday biçmek, harman sürmek gibi işlerin içinde geçiyordu yaz günlerim. Tütüncülük özellikle bana çok zor gelirdi. Ellerimin nasır bağladığı, sırtımın yorgunluktan sızladığı o günlerde, kendime sık sık şu soruyu sorardım: “Bu mu benim geleceğim?”

Bir gün cesaretimi topladım ve babama içimi döktüm: “Baba, ben okumak istiyorum. Bu işler bana çok zor geliyor.” Babamın yüzünde derin bir hüzün belirdi. Uzun süre sessiz kaldı, ardından çaresizlikle iç çekerek cevap verdi: “Oğlum, seni nereye gönderip okutayım? Maddi durumumuz buna uygun değil.”

Babamın bu sözleri içimde bir yara açtı. Ama pes etmek benim lügatımda yoktu. Babam, benim ilkokul öğretmenim Ali Şensöz’e danışmaya karar verdi. Öğretmenim babamı dikkatle dinledikten sonra bir umut ışığı yaktı: “Ali Amca, yatılı okul sınavları için müracaat süresi bir hafta önce doldu. Ama bir dilekçe yazayım, belki ilköğretim müdürü kabul eder. Denemekten zarar gelmez.”

Bu sözler, yüreğime su serpmişti. Öğretmenim dilekçeyi yazdı. Babam, dilekçeyi götürmek için şehirde yaşayan arkadaşı İsmail’i yanına alarak ilköğretim müdürlüğüne gitti. Müdür bey dilekçeyi inceledikten sonra başvuru süresinin geçtiğini söyleyip iade etti. Ve “Bir otobüs yolcularını almış, Balıkesir’e gidiyor. Yolculardan biri orada kalsa, şoför bir yolcuyu almak için geri döner mi?” dedi. Babam mahcup bir şekilde sustu. Tam umudumuz tükenmişti ki, yanındaki İsmail araya girdi: “Müdür Bey, ben Ali sağdıcımın işi için geldim.”
Bu sözler müdürü yumuşattı. Dilekçeyi tekrar eline aldı ve gülümseyerek şöyle dedi: “O zaman ver bakalım. Gönderelim, il kabul eder mi, etmez mi, bilmem. Şansa.”

Köyümüze döndük. Beklemek zor ama umut dolu bir bekleyişti bu. Günler sonra sevindirici haber geldi: Sınavlara girebilecektim! Mutluluktan havalara uçtum. Ancak önümde büyük bir engel vardı; iki yıl derslerden uzak kalmıştım. Yeniden 5. sınıf derslerine katıldım. Bazı öğrenciler benimle dalga geçip, “Aaa, kocaman oğlan derse geliyor!” diye alay ederdi. Ama ben azmettim, derslere sımsıkı sarıldım. Çünkü artık biliyordum ki bu sınav, hayatımın dönüm noktası olacaktı.

Sınav günü geldi. Sındırgı’daki bir okulda sınava girdim. Toplam 125 aday vardı. O atmosferde kalbim pır pır atıyordu. Sonuçlar açıklandığında, sınavı kazanan iki kişiden biri bendim. Arkadaşım Oğuz’la birlikte Savaştepe’deki mülakata da girip başarıyla geçtik ve yatılı okula kabul edildik.

Yıllar sonra ilköğretim müdürü, babama şunları söylemiş: “Dilekçeyi iyi ki kabul etmişim. Yoksa çocuğun hakkını yemiş olacaktım.”

Okula gitmeme önderlik eden ve yol gösteren ilkokul öğretmenime binlerce teşekkür ediyorum.

O gün anladım ki, azimle çalışan, içindeki ışığı kaybetmeyen bir insanın önünde hiçbir engel duramaz. O günkü azmim, hayatım boyunca bana yol gösterdi. Bu hikaye, çocukluğumun unutulmaz bir parçası olarak hep yüreğimde kalacak: Azmin elinden hiçbir şey kurtulmaz.

Sosyal Medyada Paylaş :