Çekmecedeki Mektuplar – Şaban Gürtuna
1972 yılının kasım ayıydı. Kars’ın sınır köylerinden birinde öğretmenlik yapıyordum. Kış, her zamanki gibi sert yüzünü göstermişti. Kar çoktan yolları kapatmış, şehirle bağlantımız kesilmişti. Sadece yüksek kar yığınları ve keskin rüzgarın çıkardığı uğultular vardı. İletişim kurmak adeta imkansızdı.
Köyde telefon yoktu. Memleketimdeki köyümde de telefon olmadığından, mektuplar tek bağlantı aracımızdı. Bir mektubun yerine ulaşması haftalar alıyordu. Bu süreçte, aldığım her mektup benim için bir hazineydi. Zarfları dikkatle açar, satırları birkaç kez okur ve sanki karşımda birisi anlatıyormuş gibi hissederdim.
Bir gün, sınır karakolundan terhis olacak bir askerin Kars’a gitmesi gerektiği haberi geldi. Fırsattan istifade ederek, benim ve köydeki diğer askerlerin ailelerine yazdığı mektupları ona teslim ettik. O mektupların kısa sürede yerine ulaşacağını umuyorduk. Ancak haftalar geçti, ne mektupların alındığına dair bir haber geldi ne de ailelerden. İçimde bir huzursuzluk vardı. Acaba bir aksilik mi olmuştu? O sıralar babamdan sitemli bir mektup aldım. Babam ” Oğlum niye mektup yazmıyorsun. Seni çok merak ediyoruz. Kendin yazamıyorsan bir arzuhalciye yazdır gönder” diyordu.
Bir ay sonra, maaşımı almak için Kars merkeze gittim. Köyden ayrılmam çok zor olmuştu, çünkü yollar hâlâ kardan dolayı geçit vermiyordu. Şehre ulaştığımda, geceyi bir otelde geçirmeye karar verdim. Çünkü aynı gün köye geri dönmem imlansızdı. Otel odasına yerleşip dinlenmek için pijamalarımı giydim. Masanın yanındaki sandalyeye oturup masanın çekmecesini açtığımda, gözlerime inanamadım. Çekmece dolusu mektup vardı!
Elime bir deste mektubu aldım, üzerindeki isimleri ve adresleri incelemeye başladım. Şaşkınlıkla mektupların sınır karakolundaki askerlerin ailelerine yazdığı mektuplar olduğunu fark ettim. Aaaa! bir de nee göreyim? Benim aileme yazdığım ve gönderdiğim mektup da bunların arasında değil mi? O anda terhis olan askerin ve benim aileme yazdığım mektupları postaya vermediğini, muhtemelen ya unuttuğunu ya da yol parası gibi başka bir sebepten dolayı bilerek bıraktığını anladım. Şok içindeydim. Bizim güvenerek teslim ettiğimiz mektuplar, haftalardır burada, bu otel odasında bekliyordu.
Ertesi gün, otelden ayrılmadan önce tüm mektupları alıp köye götürdüm. Köye vardığımda askerleri çağırdım ve mektuplarını teslim ettim. Bu mektuplarınızı otel odasında bulduğumu söyledim. Hepsi şaşkın ve bir o kadar da üzgündü. “Hocam, ailelerimiz bizden haber bekliyordu.” diyerek teşekkür ettiler. Günlerce arkadaşlarının yaptığı bu davranışın ne kadar kötü bir şey olduğunu konuşup durdular.
Soğuk kış günlerinde bizler, sıcacık mektuplar beklerken, insanların iletişim kurma çabası ve dayanışması, zorlukları nasıl aşabileceğimizi bir kez daha göstermişti.