Sonsuz İnsanın Girişimi – Pablo Neruda
(…)
Ve işte evim
ormanlar kokularıyla dolduruyorlar yine
arabayla taşındığı bu yerden.
Parçaladım yüreğimi ayna gibi geçip gitmek için içimden.
İşte yüksek pencere ve ağaç bedenlerini düşüren balta olandan
kalan kapılar.
Rüzgar kalaslara astı belki
derin ağırlığı kendisini unuttuğunda
dans ediyordu gece ağlarında.
Hıçkırarak uyanıyordu çocuk.
Anlatmıyorum mutsuz sözcüklerle söylüyorum.
Alacakaranlığı dilimliyor yine yapı iskeleleri.
Ve camlar ardında yağdanlığın alevi,
bakmak içinde gökten yana
gece düşüyordu cam taçyapraklar olarak
fırtınaya götüren yolu izledin .
Sen ne istiyordun ne koyuyordun ölürken
Sık sık.
Sık sık.
Bütün nesneler çıkıyor büyük bir sessizliğe doğru
ve o güvertesinde eğilmiş umutsuzdu.
Acılı bir çiçeği tutuyordun,
Taçyaprakları arasında dönüyordu günler
Yenik pilot papatyalar
Yenik gölge terk etmiş karıştırıyordun
son sınırların metalini,
Orada bekliyordu saatin.
Yine de şafak yükseldi toprağın kadranları üzerinde
Günler birdenbire tırmandılar yıllara
İşte yürüyen yüreğin bitkinsin
olmayan mevsimi uğurlayan kuşları tutuyorsun yanında.
Kabul ediyorum göğe bakıyorum en derinine, düşünüyorum
belirsizlikle oturmuş da bu kıyıya
ey sular ve kağıtlarla dokunmuş gök.
Kendi kendime konuşmaya başladım alçak sesle.
Gitmemeye kararlı köklerimin terlemesiyle sürüklenerek
kıpırtısız bu mavi dillere aç gemi gibi titriyordun.
Balıklar izlemeye başladılar seni
bu susuzluk anını büyüklükle şarkıya dökmekti isteğin,
şarkı söylemek istiyordun.
Oturmuş odana şarkı söylemek istiyordun o gün,
Ama bir çanda gibi soğuktu hava yüreğinde
sayıklayan bir halat bozacaktı soğuğunu.
Bacağım uyuştu bu pozisyonda,
şarkı söyleyerek konuştum onunla, yüreğim bana ait
gökyüzü sesli damlaydı ve büyük sessizliğe düşüyordu.
Kulak kabartıyorum ve zaman okaliptüs gibi
şarkı söylüyor, kendinden geçmiş, şurda burda
ıslık çalan bir hırsızı barındırarak.
Vadilerin sınırlarında durdurdum atımı,
ürkmüş kaygılı kıpırtısız işemeden
o anda yemin ederim ey göğün zayıflığında capcanlı.
sepetin hoşnut balıkçı gibi gelen gece.
Kimden satın aldım o gece benim olan yalnızlığı.
Rüzgara ayağına çabuk olmayı emir veren
tamamlanmamış yapraklar içinde soğuk çiçeğine,
fırtına diyorsan bana ve yankılanıyorsan uzaktan
bir tren gibi ayaklarımın dibine düşmüş.
Sana kan uyurgezeri diyen hüzünlü dalga
gidiyordun bazen şafağı aramaya,
tanıyordum seni ama uzakta açıkta
gözlerine eğilip yitik gemi demirini arıyorum.
İşte senin tuttuğun sedef kollarında açmış,
bitirmek için daha ileriye gitmeyi bırakmak için
övüyorum seni, bunun için yüreğimi izleyen
tersine kaldırarak gözleri
seni geri dönüş belirtilerinde arıyorum.
Ormanların sessizliğinde gibi uyuyan kuşlarla dolusun,
Kırgın zambak ağır taçyaprak başka yerlere bakıyorsun,
Seninle konuştuğumda acı benimsin kadınımsın öylesine uzak
sıklaştır adımlarını, sıklaştır ve yak ateşböceklerini.
(…)
Geri ver bana büyük gülü.
Gittiğim şeyleri eşit düşündüğüm
bu dünyaya taşınan susuzluğu,
gece önemli ve hüzünlü ve burada şikayetim
uzun suların gemicisi, birdenbire
bir martı şakaklarında büyüdüğünde
yüreğim daha bir güzelleşir.
Gri ayağınla damganı vur bana, uzaklıkla dolu
acı okyanus kıyısındaki yolculuğun ya da bekle beni
bir menekşe gibi uyanır sis.
Sevgili gecede ağacına bir çocuk tırmanır
meyvelerini çalmaya.
Ve kertenkeleler fışkırır ağır yeleğinden
O zaman gün atlar arısının üstünden.
Ayaktayım ışıkta nasılsa öğle zamanı, toprakta
her şeyi sevecenlikle anlatmak istiyorum.
İşte sen kötü mevsimlerin nöbetçisi,
kaygılı balıkçı bırak beni süsleyeyim örneğin
meyvelerden tatlı bir kemerle hüznünü.
Bekle beni gittiğim yerde ah iniyor gece
yemek okyanusun gemici türküleri ve bekle beni
sana ilerleyerek bir çığlık gibi geride kalarak
bir iz gibi.
Oh bekle beni bu son gölgeye oturmuş ya da yine ondan sonra.