Sözün Yurtluğu – Ahmet Oktay
“Ne yazıyorsun?”
diye soruyor geçen günkü çocuk:
usulca açmış bir haşhaş çiçeği çitin yanında.
Öğle sonunun dinginliğinde yankılanıyor soru.
Yaşam böyle apansız kuşatıyor Sözü:
daha yolunu sorarken yele,
kerteriz ararken geri dönmek için.
Çünkü bir yurt gereksinir söz de:
unutulmak ve yeniden bulunmak üzre.
Yazgı bu!
Kovulmuş ve yargılanmış adına konuşana ne mutlu.
Dönecek olan odur çiçekler içinde;
tutuşmuş ardında yabanıl gece.
Ey kokuya işleyen yazı!
Gölgeye açtığın remilde görünce kendi
suretini, vaktindir bil:
konuşulacaktır zamana karşı.
Sevgili çocuk!
Gün geldiyse şükürler olsun;
kaç ton kalay eritildi;
göğsünden bir düğme açtırmak için
kilitler ermişinin.
Bir kitap bu: belki de senin yazacağın:
içinde titreyip dururken binlerce kandil.
Ey kokuya işleyen yazı!
Gölgeye işleyen yazı!
Reddedildin ve kabul edildin:
Korktu Davud Tai gecenin açıkladığından
ve günün sakladığından;
el yazmalarını suya attı.
Su soldu ve kum çatladı.
Ama Gazalî ey çocuk öldü çölü soluyarak
ve göğsünde Buharî’nin kor kesilmiş kitabı.