Yangının Külleri Ve Bir Aşkın Doğuşu – Şaban Gürtuna
Yıl bin dokuz yüz yetmiş üç… Baharın habercisi Nisan ayıydı. Kars’ta er öğretmen olarak görev yapıyordum. Bu zorlu görev sırasında, hayatımın en güzel tesadüfü gerçekleşti: Meslektaşım olan, bugün hayat arkadaşım dediğim kişiyle tanışmıştım. Kader bizi yan yana getirmiş, kısa bir sürede evlenmeye karar vermiştik.
O günlerde iş kız istemeye kalmıştı. Geleneklere uygun olarak, Balıkesir Sındırgı’nın Osmanlar Köyü’nde yaşayan aileme bir mektup yazıp, beni yalnız bırakmamalarını ve eşimi Kayhan ailesinden istemelerini rica ettim. Ancak mektubum yola çıkarken, köyde ailemin hayatını değiştirecek bir felaketin izleri çoktan başlamıştı.
Külden Doğan Bir Sabah
Ocağın başında toplanmışlardı o gece. Isınmak için kalın odunları ocaklığa dayamışlar, ateşi harlamışlar. Korların üzerini küllerle örterek geceyi sonlandırmışlardı. Ama gece, umdukları gibi sessiz geçmedi. Bir kıvılcım… Sadece küçücük bir kıvılcım evin tahtadan tabanına sıçradı. Kıvılcım ateşe, ateş ise bir yangına dönüştü.
Alevler büyüdü, büyüdü, evin her yanını sardı. Sabahın ilk ışıkları henüz görünmeden, duman ve yanık kokusu yatağa kadar ulaşmıştı. Annem ve babam gözlerini açtıklarında kendilerini alevlerin arasında buldular. O an ölümle yaşam arasında verdikleri mücadele, bir ömür hafızalardan silinmeyecek bir hikâyeye dönüştü.
Köyün Yaraları
Çığlıklar yükseldi gece boyunca. Köy halkı imece usulü yardıma koştu, ama yangını söndürmek imkânsızdı. Komşuların evleri de bitişik olduğundan, alevler birçok yuvayı sardı. İlçeden gelen itfaiye bile bu öfkeyle dans eden ateşe karşı çaresizdi. Sabah olduğunda, köyde geriye sadece dört duvar kalmıştı. Annem, babam ve komşularımız, üstlerindeki pijamalardan başka hiçbir şeyleri kalmamış şekilde sokakta kalmışlardı.
Köy halkı hemen harekete geçti. İmece usulüyle herkes elinden geleni yaptı. Bir yandan köy köy dolaşıp yardım toplandı, bir yandan da yıkılan evler yeniden yapılmaya başlandı. Kaymakamlığın desteğiyle, kısa sürede evler tekrar inşa edildi. Ama bu felaketin izlerini silmek, kaybolanların yerine yenisini koymak mümkün değildi.
Beklenmedik Misafirler
Ben tüm bu olanlardan habersizdim. Kars’taki görevimde geleceğimizi kurma hayalleriyle meşguldüm. O sırada Sarıkamış’ta Asteğmen olarak askerlik görevini yapan amcamın oğlu Dr. Yener Abim yanıma geldi. Yüzündeki endişe ve gözlerindeki kararlılık beni o an duraklattı. “Sana bir haberim var,” dedi. “Ama önce sakın üzülme. Annen ve baban geldi. Yangın çıkmış köyde, sizin ve komşularınızın evleri tamamen yanmış, ama şimdi her şey yolunda.” Yüreğime bir anda ağır bir taş oturdu. Arkadan annem, babam ve Halamın eşi Halil dayım geldi. Göz göze geldik, sarıldık ve saatlerce ağlaştık. Yangın her şeyi yakıp kül etmişti, ama anne ve babamın hayatta olması, benim için her şeyden değerliydi.
Aşk ve Felaketin Gölgesi
O büyük felaketten ne kız tarafına ne de başkasına bir şey söyledik. Ailem gururluydu; onların onurunu korumak, benim için bir görevdi. Ve öyle de oldu. Nişan günü gelip çattığında, annemle babam yüzlerindeki yorgunluk ve gözlerindeki o derin hüznü saklamaya çalışarak yanımdaydılar. Kül olmuş bir evin enkazından, yüreğinde kor olan sevgiyi taşıyarak çıkmışlardı.
O gün yüzüklerimiz takılırken, içimde hem derin bir acı hem de tarifi zor bir mutluluk vardı. Annemin ve babamın gözlerinin içine baktım; yorgun ama kararlıydılar. O an fark ettim ki onların elleri sadece yangının külünü değil, aynı zamanda ailemizi ayakta tutan sevginin gücünü de taşıyordu. Yüzlerinde gülen bir ifade vardı, ama gözlerinde yanan anıların izleri hâlâ tazeydi. Harmandalı zeybeği oynarken, adımlarında hem geçmişin acısı hem de oğullarını geleceğe uğurlamanın gururu saklıydı.
Hayat böyleydi işte… Bir yanda küllerinden yeniden doğan ailem, diğer yanda yepyeni bir yuva kurma heyecanı. Acı ve sevinç, yaşamın birbirine sıkı sıkıya sarılmış iki yüzü gibi.
O gün anladım ki, hayat ne kadar zorlu olsa da sevgiyle direnmeyi öğretir. O sevgi, bir ailenin tüm yaralarını sarar, tıpkı annem ve babamın yaptığı gibi. Ev dediğin yalnızca taş ve tahtadan ibaret değildi. Ev, birbirine tutunan ellerdi; umutla atan, sevgiyle büyüyen kalplerdi. Annem ve babam her şeye rağmen yanımdaydı. Alevlerin bile yakamadığı o sevgi ve fedakârlık, bizim yeniden doğuşumuz oldu. Ve o yüzükler takılırken, hayatın en değerli hediyesini aldığımı hissettim: Ailem, sevgim ve geleceğim…
NOT: (Annem, babam ve Halil dayımın ruhları şad olsun.)
Manisa – 2025