. Zeki Ömer Defne – Özgeçmişi ve Edebi Kişiliği

1903 yılında Çankırı’da doğdu. Çankırı Ertuğrul İptidaisi ve Çankırı İdadisi’nde okudu. Öğrenimine Ankara Muallim Mektebi’nde devam etti. Ankara Muallim Mektebi’ni 1921’de birincilikle bitirdi. Burayı bitirdikten sonra ilkokul öğretmeni olarak çalışmaya başladı. O zamanlar bir köy olan Korgun’da ve Çankırı İdadisi ilk kısmında ilkokul öğretmenliği, müdür muavinliği ve müdür vekilliği görevlerini yürüttü[1]. Yeterlik sınavını vererek ortaokul öğretmeni oldu.rüttü[1]. Yeterlik sınavını vererek ortaokul öğretmeni oldu.

1925–1935 arasında Türkçe edebiyat öğretmeni ve yönetici olarak Kastamonu Lisesi’nde görev yaptı. Bu arada dışarıdan bitirme sınavlarına girip lise diploması aldı (1931). 1935’te İstanbul’a, Kabataş Lisesi’ne atanınca, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi (1939)[2]. O tarihten başlayarak Alman Lisesi, Şişli Terakki Lisesi, Galatasaray Lisesi, Yıldız Harp Akademisi gibi okullarda hocalık yapan Zeki Ömer Defne, 1970 yılında emekli olmuştur. Bazı kaynaklarda tarih 1969 olarak verilmiştir.

Zeki Ömer Defne’nin, çocukluk yıllarında, özellikle anne ve babasının sanatçı ve kültürlü kişiliğinden etkilenmiş olduğu anlaşılır. Babasının hattat olduğunu ve Hulusi mahlası ile şiirler yazdığını, yine annesinin de Ahmediye, Muhammediye, Kuddusi gibi eserleri okuduğunu bizzat kendisi mülakatla anlatmıştır.

İlk şiiri, Çankırı’da yayımlanmakta olan Hak Yolu gazetesinde çıktı (1923). Daha sonra Çınaraltı (1941), Ün (Isparta, 1943), Hareket (1948–1949), Şadırvan (1949), Zeytin Dalı (1950), İstanbul (1953–1956), Edebiyat Dünyası (1956), Çağrı (1959), Galatasaray (8 Mayıs 1964, 12 şiir) ve Varlık gibi dergilerde göründü.

Ömer Bedrettin Uşaklı, Ahmet Kutsi Tecer çizgisinde bir sanatçı olarak değerlendirildi. Yeni bir şiir dili aradı; kendi deyişiyle “henüz üzerine eğilmediğimiz atalardan miras kalan hazinelerini, bugünün imkanları, bugünün aydınlığı içinde yaşayan, sıcak, bizden, samimi ve tatlı canım Türkçenin şiirdeki yerini denemek ve sesini, teneffüsünü duymak ve duyurmak” başlıca kaygısı oldu. Bunu da büyük ölçüde başardı; “saz şiir geleneklerine bağlı şiirinde yerli motifleri, işlenmiş ince bir halk diliyle kullandı. Ölçülü-uyaklı, özgün bütün şiirlerinde duyarlılığın gücü, dilinin yoğunluğu ile saz şairleri dünyasından modern şiirin estetiğine göre, en iyi yararlanmasını bilen şairlerimizden oldu” (Necatigil).

İlk şiirini yayımladığı zaman Defne, yirmi yaşındaydı. Kırk yaşına kadar yayımladığı şiirlerin sayısı yirmiyi bulmaz bile. Ama ona bu da yetiyordu. 1948’de “Resimli Türk Edebiyatı Tarihi”nde Nihat Sami Banarlı tarafından ilk kez değeri belirtildi. Bu dönemlerde şiirlerini bir kitap haline toplamış olmakla beraber, çeşitli dergilerde yayınlanan aşık tarzı şiirleriyle ve bilhassa büyük Erzincan depremi felaketi için yazdığı Bu Memleket Böyle Ağlar isimli bir ağıtıyla haklı bir sevgi ve şöhret kazanmıştır. Zeki Ömer Defne’nin âşık tarzı söyleyişi ilkesi ile başlangıçta yazdığı “Ilgaz, Gül Ey Isparta’nın Pembe Gülleri ve Bu Memleket Böyle Ağlar” isimli şiirleri dahi, onun halk ve saz şiiri geleneğimize yoğun bir biçim verişinin, yeni bir rota çizişinin ispatlarıdır.

Zeki Ömer Defne, diğer şiirlerinde de görüldüğü üzere günlük hayata ait hadiselerden ve eşyalardan hareket eden bir şairdir. Yolda rastladığı yıkık bir tiyatro, muhtelif kitapları bir araya getiren “Bir Telli Kitap”, “Radyo Dolabı”, gazetelerde sık sık bahsi geçen “Erozyon” hadisesi, “Katakomp”, “Arefe”, vb. onun için bir şiir konusu olabilir. Bastırmadığı şiirler arasında da alelade hayat ve aktüaliteden ilham alan birçok şiirler vardır.

Erzincan’dan Isparta’ya, İstanbul’dan Konya’ya kadar… Vatandaki acıları, sevinçleri ve güzellikleri, modern mahalli bir üslupla ele aldığını, sembolik, fakat sırrını bu memleketin evladına açan bir lezzet ile verdiğini görürsünüz. Zeki Ömer Defne’nin neredeyse bir asra yaklaşan hayatının büyük bir kısmı, aşk derecesinde bağlı olduğu iki varlığa adanmıştır: Şiirleri ve öğrencileri… Bu yüzden ona Şair Öğretmen veya Öğretmen Şair sıfatlarından her ikisi de yakıştırılmıştır.

Şiirlerinde hayata bakış tarzı genellikle olumsuzdur. Şairin hayat karşısında almış olduğu tavır acaba yaşının icabı mıdır? Savaşa rağmen eserlerinde yaşama sevincini terennüm eden Orhan Veli-Cahit Sıtkı neslinden sonra gelen Türk şairlerinin çoğu umumiyetle hayata menfi bir gözle bakmışlardır. Bunda sosyal şartlar kadar Marksist edebiyatçıların ortalığa yaydıkları her şeyi kara gösteren davranışlarının da büyük rolü vardır.

İlhamını günlük hadise ve eşyalardan alan Zeki Ömer Defne’nin şiirlerinde kendisini hissettiren belirli bir ideoloji yoktur. Çok ağır şartlarda bile şairlerin kendilerini mesut edecek şeyler bulabildikleri göz önüne alınacak olursa, bunu devrin müşterek hassasiyet tarzı ile izah etmek mümkündür.

Kendisini, Güney Amerika’da yetişen ve 60–70 yılda bir defa çiçeğini veren Puya bitkisine benzeten büyük şairimiz, Çocukluk yıllarını ve meslek yıllarının bir kısmını geçirdiği Çankırı’yı hiçbir zaman unutmamış, Çankırı için de şiirler yazmıştır. Çankırı, Ilgaz, Çankırı Alacası, Yeğen, Eskipazar’ın Taşları bunların en tanınmış olanlarıdır. Zeki Ömer Defne, eserlerinde Asri Baba mahlasını da kullandı.

Ülkemizin değerli şairlerinden olan Zeki Ömer Defne, 2 Aralık 1992 tarihinde bu dünyadan göçmüştür.

Deli Davulcu

Duruvermiş bir deli yağmurun altında
Vurur da vurur, vurur da vurur.
Kasnak ıslak, deri ıslak, çomak ıslak, ip ıslak…

Gerer ha gerer, vurur ha vurur.
Kim bilir ne zamandan beri çalıp çalıp da
Duyuramadığı hangi acılar, hangi acığlar adına

Yağmurlar altında şimdi bu davul
Siz misiniz, ben miyim, hangimiz bu
Akşam akşam köyde bu deli davulcu?

“Deli Davulcu” şiiri Varlık dergisinde 1974 yılında yayımlanmıştır. İlk şiiri, 1923 yılında Çankırı’da Hak Yolu gazetesinde çıktıktan sonra Çınaraltı (1941), Ün (Isparta, 1943), Hareket (1948–1949), Şadırvan (1949), Zeytin Dalı (1950), İstanbul (1953–1956), Edebiyat Dünyası (1956), Çağrı (1959), Galatasaray (8 Mayıs 1964, 12 şiir) gibi dergilerde şiirleri yer almıştır. Varlık dergisi de şiirlerinin yayımlandığı mecmualardan birisidir. Zeki Ömer Defne çok şiir yazmadığı için, dergilerdeki şiirlerinin sayıları da çok değildir.

Bu şiir, şairin edebi kişiliğini iyi yansıtır. Şair, edebi tarzına uygun olarak, günlük hayata ait olaylardan, eşyalardan, kişilerden hareket etmiştir. Yolda rastladığı yıkık bir tiyatro, muhtelif kitapları bir araya getiren “Bir Telli Kitap”, “Radyo Dolabı”, gazetelerde sık sık bahsi geçen “Erozyon” hadisesi, “Katakomp”, “Arefe”, vb. onun için bir şiir konusu olabilir. Bastırmadığı şiirler arasında da alelade hayat ve aktüaliteden ilham alan birçok şiirler vardır[xvii].

Günlük hayat, çeşitli yönleriyle, hususlarıyla birçok şairin şiirinde yer almıştır. Bu şiirde de gözlemin yansıtılması söz konusudur. Şair, dışarıdaki bir olayı, kişiyi, kendince söze dökmüştür. Hocaların hocası Mehmet Kaplan’ın da dediği gibi, “konu, duygu ve düşünce, şair için bir ham malzemeden ibarettir. Mühim olan onların ele alınış ve işleniş tarzıdır”. Bu şiirde de Zeki Ömer Defne tarzı ortadadır.

Duruvermiş bir deli yağmurun altında

Yukarıdaki dizede hem söz konusu kişi (Deli Davulcu) belirtilir hem de yağmurun şiddetli olduğu (1.Duruvermiş bir deli // yağmurun altında, 2.Duruvermiş bir deli yağmurun altında). İkinci dizedeki “vurur da vurur, vurur da vurur” ve dördüncü dizedeki “gerer ha gerer, vurur ha vurur” yapılarıyla davulun sesi çağrıştırılmıştır. Burada tokmağın art arda davula vurulması, art arda geliş sezilmektedir. Sürekliliği, ikilemeler ve “r” sesi sağlar.

Kasnak ıslak, deri ıslak, çomak ıslak, ip ıslak…

Az önce söz edilen gözlemin betimlemesi yapılır. O olay, an canlandırılmağa çalışır. Davulcu ve eşyaları sırılsıklamdır fakat o vurmağa devam eder.

Kim bilir ne zamandan beri çalıp çalıp da
Duyuramadığı hangi acılar, hangi acığlar adına
Yağmurlar altında şimdi bu davul

Yukarıdaki ilk dizede “kim bilir ne zamandan beri” yapısıyla Deli Davulcu’nun etrafça pek fark edilmediği anlatılır. Ne zamandan beri çırpındığı, ses verdiği belli değildir. Burada ayrıca uzun süredir davulcunun orada olduğu da anlaşılır. “Çalıp çalıp” ikilemesi bunu sağlar gibidir. Davuldan çıkan seslerin birer feryat olduğu “acı” olmasından anlaşılır. Deli Davulcu’da karakterleşen bu feryat eden insan, şiirin son iki dizesinde genelleşmeğe başlayacaktır. Sesini, acılarını duyuramaması az önce sözü edilen fark edilmemeyi destekler. O kişi boşu boşuna yağmurun altında değildir. Yukarının son dizesi de beyhude yere olmadığını açıklar. Ses çıkaran davul olduğu için “bu davul” denmiştir. Odaklanılan nesne davuldur.

Siz misiniz, ben miyim, hangimiz bu
Akşam akşam köyde bu deli davulcu?

Şiirin son iki dizesi deyim yerindeyse, ışıldağı Deli Davulcu’dan bize, genele çevirir. Odaklanılan şey değişmeğe başlar. Artık günlük hayattaki siz, sen, ben vardır. “Deli Davulcu” şiirinde alelade hususlar, semboller aracılığıyla derinleştirilir. Son dizelerde odağın değişmesi bir ipucudur. Anlatılmak istenen daha kapalı olarak verilir. Şiir sürecinde açılmağa başlar ve bir yerde durur.

Sosyal Medyada Paylaş :